Aziz Dağtekin Yazdı
İstanbul’da işler karışık. Bir yanda vatandaşa 40 TL’ye kuru fasulye, öbür yanda Beşiktaş’ta Jammer’lı, kameraların kapatıldığı otel toplantıları. Hani derler ya, “görevimin başındayım”, başındasın ama nerede? Balıkçıda mı, Zoom’da mı, yoksa valizlerin içindeki jammerları mı kontrol ediyorsun?
Ekrem İmamoğlu’nun “kent lokantası kahramanı” olarak çizdiği imajı, yavaş yavaş “arka kapı diplomasisi müdavimi” kimliğiyle çatışıyor. Halka şeffaflık, içeride fısıltılar. Kent lokantasında halka nohutlu pilav, arka planda İngiliz elçiye levrek marine.
Ve Zoom toplantısı…
İhanet mi, istişare mi, yoksa Kılıçdaroğlu’nu sessize alıp “biz bu işi alırız” diyenlerin ayini mi? 14 dakika 40 saniyelik o video, CHP’nin iç hesaplaşmasını neredeyse Netflix belgeseline dönüştürdü.
Eğer bir gün Ekrem Bey “sadece kent lokantalarıyla anılmak istiyorum” derse, kimse inanmasın. Çünkü bu senaryoda çorba sadece aperatif, esas yemek toplantı odalarında, balıkçılarda, zoom ekranlarında pişiyor.
Kent Lokantası gibi projelerle sosyal belediyecilik mesajı veren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, art arda ortaya çıkan gizli görüşmeleri, Türkiye’de siyasetin “görünen yüzü” ile “arka planı” arasındaki derin uçurumu yeniden gündeme getiriyor.
İmamoğlu’nun 2019’daki moderatör buluşması, 2022’deki elçiyle balıkçı görüşmesi ve nihayet 2023’teki Zoom toplantısı; siyasi iletişimin şeffaflık ilkesiyle değil, hesap kitap güdüsüyle yürütüldüğünü gözler önüne serdi. Her bir olay, kamuoyunun haberi olmadan yapılan stratejik temasların, halk nezdinde güveni nasıl erittiğini gösterdi.
Bugün yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklu yargılanan bir belediye başkanının, kameraların kapatıldığı, jammerların devreye sokulduğu otel toplantıları yapması sadece yargısal değil, aynı zamanda demokratik etik açısından da büyük bir problemdir.
Sorun şu? Belediyecilik sadece hizmet değil, aynı zamanda bir siyasi duruştur. Halktan destek alıp, bu destekle kapalı kapılar arkasında kendi ajandanı yürütüyorsan, meşruiyetini tartışmaya açarsın. Çünkü artık mesele sadece lokantada çorba değil; o çorbanın arkasında dönen siyasi planlamadır.
Ekrem İmamoğlu, CHP’nin genç, dinamik, halkçı yüzü olarak yola çıktı. Ancak geldiğimiz noktada, bu yüzün altındaki gerçek ajandayı sorgulamak kaçınılmaz hale geldi.
Evet, İstanbul’da kent lokantaları açtı, dar gelirliye destek oldu. Ama aynı İmamoğlu, kritik dönemlerde gizli görüşmelerle hep bir adım geride yakalandı. Moderatörle otel görüşmesi, elçiyle kar fırtınasında balık keyfi, Zoom üzerinden yapılan liderlik planlaması… Bunlar halkçı duruşla çelişiyor.
Daha vahimi, bu görüşmelerin şeffaflık ilkesiyle bağdaşmaması değil sadece; partiyi içten içe kemiren bir hesapçılığın dışa vurumu olması. CHP tabanı, yıllardır “iktidara yürüyen bir sol” hayali kuruyor. Ama liderlik hesapları, gizli kayıtlarla servis ediliyorsa, o hayal seçimden seçime vitrine çıkartılan bir aldatmaca olur.
Bugün İmamoğlu’nun adının yolsuzluk soruşturmasıyla anılması, sadece onun değil, tüm muhalefetin ahlaki zeminine darbe vuruyor. Halk sadece çorba kuyruğuna değil, artık güven kuyruğuna da giriyor. Ve kimse, o kuyruğun en önüne geçemiyor.
Sonuç itibariyle, İstanbul’un başkanı olmak, sadece kent lokantasında çorba dağıtmakla olmaz. Hele ki millet soğukta beklerken balıkçıda ziyafet çeken, ekran önünde demokrasi vaadi verirken, Zoom’da koltuk pazarlığı yapan, o görevin değil; ancak bu milletin sabrının sınırlarını zorlayan olur.
Artık halk, sadece kent lokantasındaki menüyü değil, perde arkasında pişirilenleri de görmek istiyor. Ve o perdenin kalkmasına çok az kaldı. Biraz sabır diyorum…